OSMANLI MUTFAĞININ GÖZDELERİNDEN; KORUK ŞERBETİ
Merhaba…
Geçmişte şu anki soğuk içeceklerin yerini şerbetler
doldururmuş. Günümüzdeyse hazır meyve sularının, gazlı içeceklerin ortaya
çıkması ve yaygınlaşmasıyla şerbetleri görmek zor. Fakat Anadolu’nun bazı
şehirlerinde bu gelenek azalsa da hala varlığını sürdürüyor.
Limon, elma, nar, üzüm başta olmak üzere aklınıza
gelebilecek her tür meyveden, meyve ağaçlarının çiçeklerinden ve hatta menekşe,
zambak, yasemin, nilüfer, iğde çiçeği gibi çiçeklerden şerbet yaparlardı. Bal
veya şekerle tatlandırılan şerbetlere misk, amber, gül ve sarısabır gibi
bitkiler eklenerek kokusu ve aroması, baharatlarla şifası artırılırdı. O
dönemde şerbetler özellikle ferahlamak, susuzluğu gidermek ve içersindeki
yararlı maddeler sebebiyle şifa bulmak amacıyla içilmişlerdir. Hatta
şerbetler bazı hastalıklarda kan yapması ve vücudu güçlendirmek maksadıyla da kullanılmışlardır. Bazı şerbetler sıcak, bazısı soğuk içilir, soğutmak için kar
ve buz kullanılırdı.
Üzümün ham halinden üretilen koruk şerbeti şifa deposu. Koruk
suyunun faydaları oldukça çok . İştahı açar, göz ağrılarını dindirir, kurdeşen
hastalığının tedavisinde kullanılır, deride oluşan kızarıkları giderir,
bağırsakları çalıştırır ve kabızlığı önler, sıcak havalarda toksinlerin dışarı
atılmasını sağlar, vücudu serinletir ve rahatlatıcı etkisi vardır.
“Şerbet”, kelime olarak şurup ve şarap ile birlikte
Arapça’da “içmek” anlamına gelen “şub” kökünden türemiş. Batı dillerine ise
bizden “sherbet” olarak geçmiş. Kışın çuvallarla toplanan kar ve buz, “karlık”
denilen derin çukurlara gömülüp üstü keçeler veya otlarla kapatılarak muhafaza
edilir, yazın açılarak mutfaklara taşınır, şerbetlere eklenirmiş. Hem şerbet
hem de onu karla soğutma yöntemi, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da da yayılmış.
Şerbet kelimesinin bu şekilde İtalyancaya “sorbetto”, oradan da Fransızcaya
“sorbet” olarak girdiğine dair bazı bilgiler de var. Ünlü yemek tarihçisi Alan Davidson, Osmanlı – Bizans –
Venedik ilişkileri döneminde şerbetin, İtalyan mutfağına “sorbetto” olarak
girdiğini bildiriyor.
Fransızlar ve İtalyanlar da öğrendikleri bu teknikle, karlı
ya da buzlu şerbetin benzeri olan buzlandırılmış şerbeti geliştirmişler ve
adına “sorbet” adını vermişlerdir. “Sorbet”, Fransız mutfağının etkisiyle tüm
dünya sofralarında geleneksel bir boyut kazanmıştır. Özellikle üst düzey
mönülerin servis edildiği sofralarda, karmaşık tatlar damakta yorgunluk
yaratır. Damağın rahatlamasını ve tazelenmesini sağlamak için ana yemek
öncesinde “sorbet” sunumu, damağı bir sonraki yemeğe hazırlar.
Osmanlı sarayında şerbetlerin ayrı bir önemi vardı.
Şerbetler, helvahane denen bölümde diğer tatlılarla birlikte hazırlanırdı.
Bugüne ulaşan kaynaklardan bildiğimiz kadarıyla Osmanlı sarayında gül şerbeti,
limon, demirhindi, ayva, koruk, vişne ve nilüfer şerbeti gibi şerbetler oldukça
popülerdi.
Türklerin, 11. yüzyıldan beri meyvelerin suyunu sıktıkları
ve şerbet tükettikleri biliniyor. Bugün genellikle nişan, sünnet töreni, mevlit
okutma veya doğum sonrası gibi özel günlerde, kutlamalarda ve Ramazan aylarında
varlıklarını hatırladığımız şerbetler, bir zamanlar atalarımızın sofralarından
hiç eksik olmazdı. Hatta ünlü mutasavvıf Mevlana’nın bile “Hayatta en çok
sevdiğim şeyler, semâ, hamam ve şerbettir” dediği rivayet edilir.
Pek çok şerbet türü, başlarda bazı basit rahatsızlıkların
tedavisi için eski hekimlerin reçetelerine yazdıkları “şurup” formüllerinden
yola çıkılarak hazırlanmış ve zamanla şifa verici, hazmı kolaylaştırıcı ve
serinletici etkileriyle sofraların vazgeçilmez içecekleri arasına girmiştir.
Geçmiş yüzyıllardan kalma tıp ve tedaviyle ilgili Osmanlıca eserlerde bolca
şerbet tarifine rastlamak mümkün.
Osmanlı Devleti, sokakta veya dükkanlarda satılacak
şerbetlerin üretim yetkisini aktarlar ve akidecilerle birlikte “şerbetçi
esnafı”na vermiş, şerbetlerin kalitesini, hatta halka sunulduğu kase ve
tasların temizliğini yasal düzenlemelerle denetlemişti. 20. yüzyılın ortalarına
kadar, sırtlarında taşıdıkları veya seyyar tezgahlara sıra sıra dizdikleri
güğümlerinde türlü çeşit şerbet satan şerbetçiler sık rastlanan bir şeydi.
Bugün, onların yaptığı işe en yakın şeyi yapanlar, yine sayıca az kalmış
bozacılar.
Birçok hastalığa iyi gelen şerbetler, özellikle Ramazan
ayında sindirme yardımcı olması ve vücuttaki sıvı/şeker dengesini
sağlamasıyla bilinir. Bu kadar gevezelik yeter dediğinizi duyar gibiyim J Gelelim tarifimize…
Malzemeler:
1 su bardağı koruk suyu
3,5-4 su bardağı su
1 çay bardağı toz şeker (isteğe göre şeker miktarını artırıp azaltabilirsiniz )
3,5-4 su bardağı su
1 çay bardağı toz şeker (isteğe göre şeker miktarını artırıp azaltabilirsiniz )
Yapılışı:
Koruk tanelerini salkımından tek tek koparıp 3-4 defa iyice
yıkayın. Blenderden geçirin veya havanda dövün.
Ezilmiş korukları önce bir kevgire koyup elinizle sıkarak
suyunu çıkarın. Bu suyu daha sonra bir tülbentten geçirerek süzün.
Koruk suyunu bir kap içinde 1-2 saat dinlendirin. Sıkılmış
suyu tencere alıp kaynamaya bırakın. Kaynamaya başlayınca üzerinde biriken
köpükleri kevgirle alın.
Şekerini damak tadınıza göre ayarlayıp eriyene kadar
kaynatmaya devam edin. Daha sonra ocaktan alıp yeniden ince bir süzek veya tülbentten
şerbeti süzün. Soğuduktan sonra dilerseniz lokum, elma dilimleri, taze nane
veya rendelenmiş limon kabuğuyla da servis edebilirsiniz
Afiyet olsun J
Yorumlar
Yorum Gönder